Ana içeriğe atla

Usta Fotoğrafçı Ara Güler ve İstanbul sevgisi

 

Merhaba arkadaşlar bu günkü bloğumda sizlere geçtiğimiz yıllarda hayatını kaybeden ünlü fotoğrafçı Ara Güler’den ve onun İstanbul sevgisinden biraz bahsetmek istiyorum.




16 Ağustos 1928’de Beyoğlu’nda doğan Ara Güler 1951 yılında Getronagan Ermeni Lisesi'nden mezun oldu. İleride yönetmen ve metin yazarı olmak isteyen Güler lise yıllarında filim stüdyolarında çalışmaya başladı. Onun fotoğrafçılıkla ilk tanışmasıysa babasının 35 milimlik bir film makinesi ve fotoğraf makinesi alarak  Yeni İstanbul gazetesine 'foto muhabiri' olarak işe girmesiyle başlamıştır. Daha sonra savaş muhabirliği, çeşitli dergilerde fotoğraf bölüm şefliği ve gazetecilik yaptı. İlerleyen  yıllarda dünyaca tanınan bir fotoğrafçı olmaya başladı. Çeşitli ödüller aldı ve nihayet 17 Ekim 2018 tarihimde gözlerini kapadı.



Evet değerli arkadaşlar sizlere hayatından kısacık bahsettiğim usta fotoğrafçının bir de İstanbul sevgisine bakalım.

Ara Güler ve İstanbul dendiğinde herkes bilir ki birbirine koparılamayacak bağlar ile bağlanmış bir insan ile bir kentten söz ediliyor. Foto muhabirinin makinesiyle tarih yazdığını söyleyen Ara Güler, İstanbul’un binlerce yıllık geçmişini gözünün süzgecinden geçirip fotoğraflara dönüştüren biriydi çünkü. Bu fotoğraflarda balıkçılar vapurlar, kedilere yemek götüren yaşlı kadınlar tramvaylar, atlar, işçiler, sahil kahveleri, işçiler, sahil kafeleri, güvercinler İstanbul’un bir daha tekrarlanamayacak görüntüleri hem kentin hem de sanat tarihinin içinde yerlerini aldılar. Ara Güler unutuşa kafa tutan bir tanık olarak İstanbul’u kıyı kıyı sokak sokak, zamanın görüntülerini geleceğe bahşetti. Kendi deyimiyle gerçeğin takipçisiydi. Galata köprüsü konuşurdu onunla. Martılar dertlerini anlatırdı. Yıllar önce İstanbul’u camilerle çeşmelerle, su kemerleriyle donatan Mimar Sinan “güvercinlerle onun kulağına fısıldayan adamdı” Sinan’ın camilerini anımsayamayacağı kadar çok ziyaret etti. İçlerindeki ışığa hayran oldu. Doğup büyüdüğü ve ”neresine dokunsan bir mücevher çıkar” dediği İstanbul’a duyduğu sevgi öylesine güçlüydü ki yaşamı boyunca onu fotoğraflamaktan vaz geçmedi. Evet arkadaşlar bir yazının daha sonuna geldik. Kendinize iyi bakın.




Yorumlar

Blogda ki Popüler yazılar

Topuklu Ayakkabının İcadı

  Herkese selamlar arkadaşlar. Moda hakkında bir yazı okurken yazı içinde geçen topuklu ayakkabı kelimesi nedense bende merak uyandırdı. İçimde birden beliren topuklu ayakkabının nasıl ve neden icat edildiğini öğrenme arzusu beni çeşitli kaynaklardan bu konuyu araştırmaya sürükledi. Bende bu yaptığım araştırmadan edindiğim bilgileri sizinle paylaşmak istedim. Bu konu ile ilgili baktığım çoğu kaynakta 16.yy’da Avrupa toplumunda insanların lavabo alışkanlıklarının olmadığını ve bu nedenle pisliklerini sokaklara atmalarının sonucunda yerlerdeki pisliklere basmak istemeyen insanların topuklu ayakkabıları icat ettiğini söyleniyor. Fakat ben bu fikre katılmıyorum çünkü bulduğum bir kaynak bana daha inandırıcı geldi. Ama ilk önce ilk önce ayakkabının icadından başlayalım. İLK AYAKKABI NEREDE İCAT EDİLDİ? Resmi kayıtlara göre ilk ayakkabı MÖ.2000 yılında Mısırda icat edilmiştir. Kâğıt yapımında kullanılan papirüsle yapılan bu ilk ayakkabı daha sonra farklı uygarlıklar tarafından deriyl

Zehra Romanı Özet ve Yorumu

 Herkese merhabalar arkadaşlar. Bu gün sizlere okumayı yeni bitirdiğim bir romanın özetini anlatacağım. Okuduğum romanın adı “Zehra”. Dilerseniz ilk önce kitabın künyesinden, daha sonra özet ve yorumundan bahsediyor olacağım. Kitabın Künyesi Kitap Adı : Zehra Basım Yılı: 1896 Yazarı: Nâbizâde Nâzım Türü: Roman Kitabın Özeti İstanbul’da ticaretle uğraşan Şevket Efendi adında zengin bir tüccar vardır. Bu şevket efendinin çok güzel ancak kıskanç bir kızı vardır. Adı Zehra olan bu kızın kıskançlığı öyle bir seviyeye gelmiş ki küçük kardeşini öldürmeye yönelik birkaç teşebbüste dahi bulunmuş. Kızın babası her ne kadar durumdan şikâyetçi olsa da elinden bir şey gelmediğinden “büyüyünce geçer “diyerek kendini teselli edermiş. Bir gün şevket Efendi’nin evine kâtibi Suphi Bey gelir. Suphi Bey evde çalışırken bir mola vakti odadan ayrılarak evde dolaşmaya başlar. Tam da o sırada avluda bulunan Zehra’yı görür. Ona âşık olur ancak ne kıza ne de babasına söyleyemez. Suphi de bir

Tarihi Sevdiren Adam

  Herkese merhabalar arkadaşlar bugün yazımda sizlere bir yazarı anlatmak istiyorum. Onun hayatını anlatmayacağım ama. Çünkü o hayatını yaşayıp ebedi dergâha doğru yol aldı. Ancak yaşarken yazdığı kitaplarla birçok çocuğun hayatına yön vermesine, kitap okumayı sevmesine vesile oldu. O, ben dâhil binlerce çocuğa “Tarihi sevdiren adam” . Yavuz Bahadıroğlu. Birkaç ay önce annem sabah uyandığımda yatağıma gelip vefat haberini verdiğinde daha önce (çok şükür)hiçbir yakınını kaybetmemiş olan ben; sanki babamı, abimi, bir dostumu kaybetmiş kadar üzülmüştüm. Bu satırları yazarken tekrar tekrar aklıma geliyor, ancak onun ölmediğini bildiğim için gönlüm rahat. Çünkü Sunguroğlu hâlen yanı başımda ve onu her okuyuşumda tekrardan beraber maceralardan maceralara koşturuyor. Kimi zaman düşman paralıyor, kimi zamansa bir kimsesize yardım ediyoruz.   Bir yazar olmanın en güzel yanı da budur işte. Hiç ölmemek. Bu yüzden her zaman bir yazar olmak isterdim. Hâlâ istiyorum. Umarım bir gün roman yazm