Ana içeriğe atla

Urartular ve Van gölü faaliyetleri

Merhaba arkadaşlar. Bugün sizlere ülkemizin en büyük gölü olan Van Gölü’nün kıyılarında kurulmuş bir medeniyetten ve bu medeniyetin Van Gölündeki faaliyetlerinden bahsetmek istiyorum.  Bu medeniyet yaptıkları eserler günümüzde Van sınırları içerisinde hala dimdik ayakta olan Urartu Devleti.

Urartular Van Gölü’nü. Ulaşımda etkin olarak kullanmışlardır. Urartular devletleşme döneminde o zamanın süper gücü olan Asurlardan etkilenmişlerdir. Asurlar, Dicle-Fırat Nehirleri üzerinde yelkenli tekne ve sallan kullanmışlardır. Urartular da bundan yola çıkarak göl üzerinden ulaşım sağlamışlar. Urartular, askeri sefer yapacakları zaman araçlarını ve piyadeleri göl üzerinden taşımışlardır ve MO 9-7. yüzyıllarda devleti başkent Tuşpa'dan yönetmişlerdir. Van Kalesi, Urartuların göl kenarında taşımacılıkta kullandıkları sal, tekne, yelkenli gemilerin, Van Gölü kenarındaki diğer Urartu kaleleri ve yerleşim yerlerine ulaşmada kullanılan bir merkez olmuştur.

Göl kenarında 13 nehir vardır, bunların göle akan kısımlarında deltalar bulunmaktadır. Buralardaki tarıma elverişli alanlarda üretilen tahılların başkente ulaştırılması için göl taşımacılığını kullanmalar gerekmiştir. Urartular, dağlık ve engebeli coğrafyada ulaşım ağını kolaylaştırmak için büyük çaba göstermişler. Kalelere asker sevkiyatı ile ürünlerin toplanıp dağıtılmasında göl taşımacılığı kullanmışlardır. Van Gölü'nde ilk kez Urartuların kullandığı göl taşımacılığı, 1970'liyıllara kadar etkili şekilde devam etmiştir.

Bu yıllardan sonra kara ve demiryolu ağlarındaki gelişmeler Van gölündeki deniz taşımacılığına olan rağbeti azaltmıştır.

Ancak deniz taşımacılığının yapılmaması Van Gölünün güzel olmadığı manasına gelmez. Anadolu’nun eşsiz güzelliklerinden biri olan bu göl berrak suyuyla ziyaretçilerine keyifli anlar yaşatmaktadır. Herkese gelip bu gölü görmeyi tavsiye ediyorum. Kendinize iyi bakın…






Yorumlar

Blogda ki Popüler yazılar

Topuklu Ayakkabının İcadı

  Herkese selamlar arkadaşlar. Moda hakkında bir yazı okurken yazı içinde geçen topuklu ayakkabı kelimesi nedense bende merak uyandırdı. İçimde birden beliren topuklu ayakkabının nasıl ve neden icat edildiğini öğrenme arzusu beni çeşitli kaynaklardan bu konuyu araştırmaya sürükledi. Bende bu yaptığım araştırmadan edindiğim bilgileri sizinle paylaşmak istedim. Bu konu ile ilgili baktığım çoğu kaynakta 16.yy’da Avrupa toplumunda insanların lavabo alışkanlıklarının olmadığını ve bu nedenle pisliklerini sokaklara atmalarının sonucunda yerlerdeki pisliklere basmak istemeyen insanların topuklu ayakkabıları icat ettiğini söyleniyor. Fakat ben bu fikre katılmıyorum çünkü bulduğum bir kaynak bana daha inandırıcı geldi. Ama ilk önce ilk önce ayakkabının icadından başlayalım. İLK AYAKKABI NEREDE İCAT EDİLDİ? Resmi kayıtlara göre ilk ayakkabı MÖ.2000 yılında Mısırda icat edilmiştir. Kâğıt yapımında kullanılan papirüsle yapılan bu ilk ayakkabı daha sonra farklı uygarlıklar tarafından deriyl

Tarihi Sevdiren Adam

  Herkese merhabalar arkadaşlar bugün yazımda sizlere bir yazarı anlatmak istiyorum. Onun hayatını anlatmayacağım ama. Çünkü o hayatını yaşayıp ebedi dergâha doğru yol aldı. Ancak yaşarken yazdığı kitaplarla birçok çocuğun hayatına yön vermesine, kitap okumayı sevmesine vesile oldu. O, ben dâhil binlerce çocuğa “Tarihi sevdiren adam” . Yavuz Bahadıroğlu. Birkaç ay önce annem sabah uyandığımda yatağıma gelip vefat haberini verdiğinde daha önce (çok şükür)hiçbir yakınını kaybetmemiş olan ben; sanki babamı, abimi, bir dostumu kaybetmiş kadar üzülmüştüm. Bu satırları yazarken tekrar tekrar aklıma geliyor, ancak onun ölmediğini bildiğim için gönlüm rahat. Çünkü Sunguroğlu hâlen yanı başımda ve onu her okuyuşumda tekrardan beraber maceralardan maceralara koşturuyor. Kimi zaman düşman paralıyor, kimi zamansa bir kimsesize yardım ediyoruz.   Bir yazar olmanın en güzel yanı da budur işte. Hiç ölmemek. Bu yüzden her zaman bir yazar olmak isterdim. Hâlâ istiyorum. Umarım bir gün roman yazm

Zehra Romanı Özet ve Yorumu

 Herkese merhabalar arkadaşlar. Bu gün sizlere okumayı yeni bitirdiğim bir romanın özetini anlatacağım. Okuduğum romanın adı “Zehra”. Dilerseniz ilk önce kitabın künyesinden, daha sonra özet ve yorumundan bahsediyor olacağım. Kitabın Künyesi Kitap Adı : Zehra Basım Yılı: 1896 Yazarı: Nâbizâde Nâzım Türü: Roman Kitabın Özeti İstanbul’da ticaretle uğraşan Şevket Efendi adında zengin bir tüccar vardır. Bu şevket efendinin çok güzel ancak kıskanç bir kızı vardır. Adı Zehra olan bu kızın kıskançlığı öyle bir seviyeye gelmiş ki küçük kardeşini öldürmeye yönelik birkaç teşebbüste dahi bulunmuş. Kızın babası her ne kadar durumdan şikâyetçi olsa da elinden bir şey gelmediğinden “büyüyünce geçer “diyerek kendini teselli edermiş. Bir gün şevket Efendi’nin evine kâtibi Suphi Bey gelir. Suphi Bey evde çalışırken bir mola vakti odadan ayrılarak evde dolaşmaya başlar. Tam da o sırada avluda bulunan Zehra’yı görür. Ona âşık olur ancak ne kıza ne de babasına söyleyemez. Suphi de bir