Ana içeriğe atla

Umutsuz Olma(Bağımlılıktan Kurtulma Hikayesi)

 

UMUTSUZ OLMA

 

Uzaktan güzel kızının oyun oynayışını seyrediyordu. Kızı Esma üç yaşına yeni girmişti. Yemyeşil gözlü, sarı saçlı, tatlı mı tatlı bir çocuktu Esma. Küçük kız çimenlerde oynarken birden yere düştü. Mehmet hemen yerinden sıçradı. İki adımda kızının yanına yetişiverdi. Esma’nın dizi kanamıştı. Küçük kız dizinin acısıyla ağlamaya başlayınca Mehmet cebindeki yara bandını kanayan yere yapıştırdı. Küçük kız sakinleşiverdi. Az sonra parka geri dönmüştü. Kızının dizi incindiğinde, birden kendisinin de aynı acıyı yüreğinde hissettiğini fark etti. Ebeveyn olmak buydu çünkü. Yavrusunun acısını hissetmekti. O anda aklına annesi geldi. Zamanında annesine ne acılar çektirmişti Anılar zihninde dolaşırken istemeden gözlerinden yaşlar akmaya başladı.

-2 Kasım 1985-

Okuldan eve doğru geliyordu. Bir sonbahar günüydü. Yerlerde dünden yağan yağmurun çukurlara doldurduğu sular vardı su birikintilerine basarak yürümek Mehmet’in en büyük zevklerinden biriydi. Sonbaharı severdi Mehmet. Dökülen yapraklara ayağını basarak çıkardıkları çıtırtı sesini dinlemek çok hoşuna giderdi. Çukurlara basa basa, yaprakları çıtırdata çıtırdata geldi eve. Zile bastı. Kapı açılmadı. Tekrar bastı. Sonuç değişmedi, Tekrar, tekrar basarken gözlerinden sebebini bilmeden yaşlar boşaldı. Annem kapıyı neden açmıyor acaba? Diye düşünürken. Yan komşuları Saliha Teyze geldi.

-Mehmet Kuzum gel buraya. İçeri geç dedi. Mehmet itaatkâr bir şekilde denileni yaptı. İçeriye girdi.

-Saliha teyze annem nerde? Neden kapıyı açmıyor? Diye soru.

-Kuzum annen hastaneye kadar gitti az sonra gelir. Sen şöyle geç otur, ben sana yemek ısıtayım, bir güzel karnını doyur. O zamana kadar annen zaten geliverir emi.

Tamam, teyze diyen Mehmet koltuğa oturdu ve televizyon izlemeye başladı. Az sonra önüne yemek gelmişti. Saliha teyzesi ona karnabahar getirmişti. Utancından ben karnabahar sevmem diyemedi Mehmet. Zorla birkaç lokma aldıktan sonra zaten ben tokum diyerek televizyon izlemeye devam etti. Bir yandan da annesini düşünüyordu. Annesinin hiç hastalığı yoktu ki. Neden birden bire hastaneye gitme ihtiyacı hissetmişti.

Akşam olmuştu ama annesi hala ortalıkta yoktu.

Saliha teyze beni anneme götür dedi ağlamaklı bir sesle. Saliha teyze çocukcağızın üzgün halini görünce daha fazla dayanamadı ve teklifi kabul etti. Tamam, Kuzum haydi hazırlan da gidelim dedi. Mehmet koşarak montunu giydi.

Az sonra İstanbul’un dar sokaklarında hastaneye doğru ilerliyorlardı. Hastaneye vardıklarında gözlem odalarına doğru ilerlediler. Sıra sıra dizilmiş odalardan birinin yanından geçerken Mehmet aniden çığlık attı. Anne! Teyze bak annemi odaya koymuşlar. Bak annem orada! Saliha teyze Mehmet’i zor sakinleştirdi. Aman yavrum sakin ol! Annen iyi, diyene kadar Mehmet çoktan hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. Az sonra bir doktor yaklaştı yanlarına. Eğildi ve Mehmet’in hizasına yaklaştı

-Küçük adam hiç merak etme annen gayet iyi bu gece sen onun yanında kalabilirsin, yarın beraber evinize gidersiniz

Bu sözler Mehmet’in minicik yüreğini biraz olsun rahatlatmıştı. Tamam, doktor amca deyiverdi. Ayağı kalkan Doktor Saliha hanıma dönerek sizinle biraz konuşabilir miyiz dedi. Tabi ki dedi Saliha Teyze, boş gözlerle doktora bakarak. Daha sonra Mehmet’e yerinde kalmasını tembih ederek doktorun yanına gitti. Doktor, Saliha Teyzeyle konuşmaya başladı.

 

 

 

-Siz hastanın yakınımınsınız?

-Komşusuyum.

-Neyi var Neriman’ın?

-Neriman hanımın beyninde tümör var.  Acil müdahaleyi yaptık. Ancak hala tehlikeli boyutlarda.

-Ne tümör mü? Neriman ölecek mi yani?

-Hayır, tümör ilaçlarla tedavi edilebilir düzeyde ancak zamana ve paraya ihtiyacınız olacaktır.

-Peki, Neriman yarın çıkacak mı?

-Evet. Şu anlık yapabileceğimizi yaptık. Gerisi onun tercihi, uyandığında tedaviyi kabul eder ve parayı yatırırsa. Dört yıl içinde eski sağlığına kavuşacaktır.

-Ya parayı veremezse o zaman ne olacak

-Çok uzun yaşayamaz maalesef.

Üzgün bir şekilde peki diyen Saliha teyze Mehmet’in yanına gitti ve Mehmet’i kucağına alarak ona çaresizce annesinin hasta olduğunu ancak iyileşeceğini anlatmaya başladı…

O geceyi hastanede geçirdiler. Ertesi sabah doktorun izniyle eve geldiler. Zavallı Neriman’ın hiçbir şeyden haberi yoktu. Kadıncağız önceki gün ev işleri yaparken birden bayılmıştı. Gözlerini açtığında hastanedeydi. Olayın basit bir bayılma olduğunu zannediyordu.

Mehmet oldukça neşeliydi.  Biricik annesinin hastalığından haberi yoktu çünkü. Neriman da halinden memnun görünüyordu, hastaneden bir an önce çıktığı için mutluydu. Evde üzgün olan tek kişi Saliha Teyzeydi.

 Yemekten sonra Saliha Teyze Mehmet’i odaya gönderdikten sonra yaşlı gözlerle Neriman’ının karşısına geçip konuştu. Ona doktorun dediklerini teker teker anlattı. Neriman Saliha Teyzenin anlattıklarına daha fazla dayanamayarak ağlamaya başladı.

Saliha teyze her ne kadar” üzülme Neriman’ım Allah büyüktür” dese de Neriman’ın gözyaşları durmak bilmiyordu. Neriman biraz sakinleştikten sonra ciddi ciddi ne yapacaklarını konuşmaya başladılar. Neriman’ın komşuları Saliha Teyzeden başka kimsesi olmadığı için her şeyi onunla konuşurdu. Hastalık mevzusunu da bu yüzden onunla konuşup bir çözüm bulmaya karar vermişti. Saliha Teyze aklına gelen birkaç fikri Neriman’a söyledi.

-Neriman ne yapacaksın kızım?

-Bilmem ki teyze hiçbir fikrim yok. Bu hastalık galiba benim sonum olacak.

-Ağzını hayra aç kızım. O nasıl söz öyle. Elbet bir çözüm bulacağız.

-Evini satsan kızım.

-Rahmetli Rauf’tan kalan evden başka şu dünyada hiçbir şeyimiz yok. Onu satamam.

-Borç para istesek, Nasıl olur?

-Bu devirde kim kime borç verir Teyze? Unut onu

-Kızım o zaman evi satmaktan başka seçenek kalmıyor.

Saliha Teyze ve Neriman birbirlerine bakıp kucaklaştılar ikisi de gözyaşlarını tutamadı. Bir hayli zaman geçtikten sonra Neriman:

-Teyze eczaneye gidip şu ilaçların fiyatını öğrensek olur mu?

-Olur, kızım gidelim.

Üçü birlikte hazırlanıp eczanenin yolunu tuttular. Mahallenin eczacısı Necmi Neriman’ın ve Saliha Teyzenin verdiği reçetedeki ilaçların fiyatını hesap makinesinde hesaplamaya başladı. Fiyatları makineye her girişinde gözleri büyüyor, eliyle sakalını ovuşturup of! Çekiyordu. Neriman’ın durumunu mahalledeki herkes bilirdi hatta herkes ona saygıyla bakardı çünkü o mahallenin Neriman Usta’sıydı. Kocası Rıfat on yıl kadar önce mafya tarafından öldürülünce bütün ev ona kalmıştı. Babası öldüğünde Mehmet henüz bir yaşındaydı. Küçük bebeğin tüm sorumluluğu Neriman’ın omuzlarındaydı. İlk aylar kolu komşu yattım etmişlerdi ama bir süre sonra bu yardımlar da kesilmişti. Mahalleli çalışmayana ekmek yok diyerek ona yardımı bırakmıştı. Durum böyle olunca Neriman da kocasının mesleğini devam ettirmeye başladı. İnşaat ustası oldu. İlk zamanlar çok zorlandı fakat işi çabuk öğrendi. Kocasının vefalı birkaç dostunun da yardımıyla eve ekmek getirmeye başladı. Gecesini gündüzüne katıp kocasının mafyanın eline düşürdüğü evlerini geri aldı. Daha sonrada kendisini o zamanlar okula yeni başlamış olan oğlu Mehmet’e adadı.

 İşte tüm bunları ve Neriman’ın maddi durumunu bilen. Eczacı Necmi üzülüyordu. Bu ilaçların parası onun gibi bir kadın için çoktu. Son ilacın fiyatını da hesap makinesine girince üzgün bir suratla rakamları Neriman’a ve Saliha Teyze ye gösterdi. İkisi de bir anda donup kaldılar. Çünkü gördükleri parayı elde etmek için evlerini satmak yetmezdi. Çok daha fazla paraya ihtiyaçları vardı. Saliha Teyze hem üzülmüş hem kızmıştı.

-Oğlum Necmi bu ne biçim fiyat böyle! Sen bizi mi kandırıyorsun?

-Hayır, teyze o nasıl söz öyle. İlaçların hepsi yurt dışından geliyor o yüzden çok pahalılar. Hatta ben size bazılarının fiyatını indirip de söyledim. Benim suçum yok

-Peki, bu kadıncağız nasıl ödesin o kadar parayı?

-Valla bilmiyorum ben orasını teyze.

Evin yolunu tuttular. Eve geldiklerine üçünün de suratı asıktı Mehmet bile olanlardan etkilenmişti.

-Teyze ne yapacağız? Evi satsak bile yetmiyormuş para.

-Hallederiz kızım. Allah büyüktür. Aklıma tek bir çözüm yolu geliyor. Bu yolla hem evi satmak zorunda kalmazsın hem de ilaç parası bulursun.

-Nedir o?

-Evini mafyaya rehin bırak. Borcunu ödeyince alırsın. Hem evini satmamış olursun.

-Ya ödeyemezsem

 -O zaman evin gider kızım

-Galiba başka seçeneğimiz yok Teyze. Ben yarın konuşurum.

Ertesi gün Neriman yanına Mehmet’i de alıp gitti.  Uzun uzun konuştular. En sonunda dört yıl sonra geri ödemek şartıyla parayı aldılar. Evi de rehin bıraktılar. Oradan hastaneye geçtiler. Doktora tedaviye başlamak istediklerini söylediler. Doktor kesin yatış için iki gün sonraya randevu verdi. Eğer hemen başlarlarsa tedavinin dört yıla kadar biteceğini söyledi. Bu haber karşısında anne oğul çok sevindiler. Mutlu bir şekilde eve geçtiler.

 

Tedavi başlayalı bir yıl olmuştu. Neriman bu süre içinde çoğunlukla hastanedeydi sadece haftada birkaç gün eve geliyordu. Geri kalan zamanlarda tedavisine son sürat devam ediyordu. . Neriman bazı günler çok hasta oluyor, ateşler içinde kıvranıyordu. Bazı günle ise iyileşiyor, Mehmet’le oyunlar oynuyordu Mehmet’e Saliha Teyze bakıyordu. Zaten kimsesiz olan Saliha Teyze için Mehmet bir arkadaş olmuştu. Mehmet ortaokula geçmişti. Dersleri kötüydü. Parasızlık onu çok zorluyordu. Zaten yoksul olan Saliha Teyzede kalınca onlara yük olduğunu düşünüyordu. Derslerden koptukça dışarıda daha fazla vakit geçirir olmuştu. Sokaktaki arkadaşlarıyla gezip tozuyor, arada sırada ufak yaramazlıklar yapıyordu. Yaptıkları bu ufak yaramazlıklar zamanla minik suçlara dönüşmüştü. Mahalleli de bu durumu yavaş yavaş şikâyete başlamıştı Bir keresinde arkadaşlarıyla beraber bakkal soymuşlardı. Bakkal Salih ve çırağı Orhan kovalayınca çil yavrusu gibi etrafa dağılmışlardı. Yaşı ilerlemiş olan bakkal Salih çabuk yorulmuş ve pes etmişti ancak Orhan hızlı çıkmıştı. Mehmet’in ve arkadaşı Halil’in peşine düşmüştü. Uzun ve epey yorucu bir koşturmadan sonra Orhan iki arkadaşı bir duvarın dibinde sıkıştırdı, ellerindekini geri vermelerini istedi. Kendilerinden yaşça büyük olan Orhan’dan korkan iki arkadaş tam yiyecekleri geri verecekken birden bir ses duydular. Bu ses mahallenin serserisi Fırat’tan gelmişti. Fırat’tan herkes korkardı. O civarın en belalı tiplerinden biriydi. Yaşı genç olmasına rağmen her türlü suça bulaşmış, defalarca içeride yatıp çıkmıştı. Fırat yanlarına yaklaştı ve neden bağırdıklarını sordu. Bakkal çırağı Orhan:

-Fırat abi bu iki velet bizim bakkalı soydular. Bende kovaladım. Şimdi de çaldıklarını geri istiyorum.

Fırat elini cebine attı ve birkaç kâğıt para sayıp Orhan’a uzattı.

-Bunlar çaldıklarının karşılığı. Paranı aldın şimdi toz ol.

Parayı kabul etmek istemeyen Orhan, Fırat’ın sinirli gözlerine bakınca kararından vazgeçti. Parayı alıp uzaklaştı. Fırat hala duvar dibinde korkudan donakalan iki çocuğa bakarak

-Aferin ikinize de. Bu yaşta iyi cesaret. Helal olsun. Madem çalabiliyorsunuz, bundan sonra benim için çalacaksınız anlaştık mı? Sonra bölüştüreceğiz parayı. Hem siz kazanacaksınız hem ben.

İki arkadaş birbirlerine baktılar. İkisi de çok fakirdi ve ailelerine destek olmak istiyorlardı. O yüzden böyle bir teklifi geri çeviremediler. Halil Fırat’a dönerek:

-İyi de Fırat abi biz hırsızlığı bilmeyiz ki. Sadece karnımızı doyurmak için biraz yemek çaldık hepsi bu.

-Merak etmeyin ben size öğretirim her şeyi, siz hiç endişelenmeyin. Şimdi serbestsiniz ben sizi daha sonra çağıracağım.

İki arkadaş koşarak uzaklaştılar. Gecekondu mahallesinin daracık sokaklarında ilerlerken Mehmet Halil’e

-Ne dersin Halil sence yapabiliriyiz bu işi.

-Bence yaparız hem Fırat abi de öğretecek.

-Ya yakalanırsak

-Yakalanmayız be oğlum. Hem bizden hızlısı mı var?

-Tamam, anlaştık yarın gideriz tekrardan Fırat Abinin yanına.

O akşam ikisi de evlerine gitmek için ayrıldılar. Mehmet gece yatağına yattığında sabahki olayları tek tek düşündü. Yaptığının doğru olmadığını biliyordu. Ama başka çaresi yoktu. Annesi hastanedeydi. Paraları yoktu. Eğer borcu ödeyemezlerse mafya evlerini alırdı. Para kazanmak zorundaydı. Az zamanda çok para…

Aradan geçen birkaç ayda Fırat ikisine de hırsızlığın her ayrıntısını öğretti. Arada ufak görevlere göndererek tecrübe kazandırdı. Gelen paraları Fırat’a veriyorlardı. Sonra da Fırat üçe bölüyordu. Kazanan her ne kadar Fırat olsa da Mehmet ve Halil de para kazandıkları için memnunlardı. Mehmet kazandığı paraların bir kısmını Saliha Teyzeye, bir kısmını da annesine veriyordu. Paranın kaynağını sorduklarındaysa Manavda çalıştığını söylüyordu. Halil’se bütün parasını hapisteki babasının yokluğunu telafi etmek için ailesine veriyordu.

İki arkadaş güneşli bir yaz gününde parkta otururken Fırat geldi.

-Gençler bu akşam büyük bir soygun yapacaksınız. Şu ana kadar yaptıklarınızın en büyüğü olacak. Yalnız gireceğiniz ev çok büyük bir malikâne. Kapıda korumalar ve köpekler var. Bunları aşmanız gerekecek. Eğer işi başarırsanız çok paranız olacak. Tahmin edemeyeceğiniz kadar çok…

-İyi de Fırat abi biz o eve nasıl girelim, hayatta başaramayız.

-Halil’e katılıyorum Fırat abi. Yakalanırsak biteriz. Ben bu işte yokum.

-Bende yokum.

Çocuklar girecekleri evde korumalar ve köpeklerin olmasından çok korkmuşlardı. Ama Fırat için de bu ev her şey demekti. Çocukları mutlaka içeri sokmalıydı. Bu nedenle daha önceden düşündüğü sinsice bir planı devreye koymaya karar verdi.

 

-Çocuklar korkmanıza hiç gerek yok. Çünkü sizlere vereceğim ilaç bütün korkularınızı giderecek.

“Nasıl yani. Korkusuz bir süper kahraman mı olacağız biz şimdi “diye sordu Mehmet. Çocuk aklıyla

-Aynen öyle. Süper kahraman olacaksınız dedi Fırat, haince sırıtarak

-Gidin eve dinlenin akşam dokuzda buluşuruz

Mehmet ve Halil hazırlık yapmak için evlerine gittiler. Hazırlıklarını yaptılar yanlarına Fırat abilerinin kendilerine hediye ettiği, her kapıyı açan maymuncuğu da almayı unutmadılar.

Buluşma vakti geldiğinde üçü de oradaydı.

Fırat çocukları karşıladı. Cebinden çıkardığı hapları çocuklara verdi. Hapları içen çocuklar aradan geçen birkaç dakikanın ardından kendilerini rahat ve korkusuz hissetmeye başlamışlardı. Hızla malikânenin yüksek duvarlarına tırmanmaya başladılar. Bahçeye girdiklerinde kimseye görünmemek için çalıların arasından sürünerek içeri girdiler. Evde kimse yoktu. Bu nedenle rahattılar. Ancak hızlı olmaları gerekiyordu. Çünkü on beş dakikada bir dışarıdaki korumalardan biri eve kontrole geliyordu. Ona yakalanmamaları gerekiyordu. Mehmet ve Halil hızla odalar aramaya başladılar. Girdikleri her odada yükte hafif pahada ağır ne varsa yanlarında getirdikleri çantalara atıyorlardı. Yaklaşık on dakika sonra bütün ev bitmişti. İkisi de çantalarını doldurmuştu. Hızla geldikleri pencereden çıkarak duvardan tırmanmaya başladılar. Fırat’ı kendilerini bir köşede beklerken bulmuşlardı. İki arkadaşı gören Fırat ellerini ovuşturup Hoş geldiniz çocuklar dedi. Bir yandan da gözleri çantalardı.

-Ne yaptınız gençler. Her şeyi alabildiniz mi?

-Aldık abi

-Aferin. Şimdi kaçalım şuradan.

Elli metre ileride park ettikleri külüstür araca bindikleri gibi Fırat’ın mekânına geldiler. İlk önce çantaları boşalttılar. İçinden elmaslar, altınlar, çeşit çeşit aksesuarlar döküldükçe Fırat’ın gözlerinin içi gülmeye başladı.

-Helal olsun gençler size. İyi iş başardınız. İlk başta her ne kadar korksanız da haplar iyi geldi değil mi?.

-Evet abi. Verdiğin ilaçlar çok işe yaradı.

-İyi iyi, daha çok var bende. Veririm ben size.

-Şimdi dinlenmeye bakın. Size iki hafta tatil. Paranızı tatilden sonra alırsınız.

-Tamam, görüşürüz abi

İki arkadaş Fırat abilerinin kendilerine yaptığı “tatilde” gönüllerince gezip tozdular. Aradan geçen ilk birkaç günde bir şey olmadı ancak zaman ilerleyince Fırat Abilerinin kendilerine verdikleri cesaret ilacından canları tekrar istemeye başladı. Soluğu Fırat’ın yanında aldılar. Fırat iki arkadaşa tekrar aynı haplardan verdi. Mehmet ve Halil hapları alınca birden rahatlıyor, tüm sıkıntıları bir anda geçiyordu. Bu durum birkaç defa daha tekrar etti. Her seferinde Fırat’ın yanına geliyorlar, o da iki arkadaşa hap veriyordu.

 Bir keresinde maddenin etkisiyle ellerine aldıkları taşları dükkânların camlarına fırlatmaya başladılar. Esnaf ayaklandı Mehmet ve Halil’i yakaladılar. Güzelce pataklayıp polise verdiler. Bu iki arkadaşın ilk yakalanışlarıydı. Bütün olaylar olurken hiç farkında değillerdi. İçtikleri zehir, akıllarını başlarından alıyordu. Nezarethane kaldıkları iki gecenin ardından serbest kaldılar. Bu polis deneyimi onları her ne kadar korkutsa da, yaptıklarından vazgeçirememişti.

 

 

 

Mehmet’in annesinin tedavicinde üç yıl geride kalmıştı. Mehmet ara ara annesini ziyarete giderdi. Hala Saliha Teyzelerde kalıyordu fakat eve uğradığı pek söylenemezdi. Daha çok Fırat’ın mekânındaydı. Okulu çoktan bırakmıştı. Ailesi onun hala manavın yanında çalıştığını zannediyordu. Oysaki Mehmet dünyadaki en acımasız varlığın pençelerindeydi. Uyuşturucu onu her geçen gün kendine daha fazla bağlıyordu. Bir gece hırsızlık yaparken tanıştığı uyuşturucu onun hayatını mahvetmişti. Ancak Mehmet bunların hiçbirini farkında değildi. İlk başlarda hırsızlık yaparken topladığı paraları annesi ve teyzesine veriridi. Ancak Fırat uyuşturucuyu onlara parayla vermeye başladığından beri kazandığı bütün parayı uyuşturucu almakta harcar olmuştu. Para kazandıkça daha fazla madde kullanıyor. Madde kullandıkça da kendine daha fazla zarar veriyordu.

 

2. BÖLÜM

(BİR KAYIP )

 

Mehmet ve Halil yeni bir görevden gelmişlerdi. Bu sefer girdikleri evde çok büyük paralar bulmuşlardı. Kazandıkları parayla yapacakları tek bir şey vardı o da: Uyuşturucu almak. Hemen Fırat abilerinin yanına koştular ve alabildikleri kadar hap aldılar. Bir sokak arasına oturup kullanmaya başladılar. Halil ilk önce üç tane aldı. Mehmet onu uyarınca bağırmaya başladı

-Bu seni hiç alakadar etmez! Sen kendi işine bak!

Mehmet hiçbir şey demedi. Aradan birkaç dakika geçtikten sonra Halil maddenin verdiği etkiyle bir avuç dolusu hapı ağzına attı. Mehmet engel olmaya çalıştıysa da başaramadı. Aradan geçen birkaç dakikanın ardından Halil terlemeye ve kusmaya başladı. Az sonra vücudu elektrik yemişçesine sarsılmaya başladı. Mehmet korkmuştu, telaştan ne yapacağını bilemedi. Bağırmaya başladı.

-Yardım edin. Arkadaşım çok kötü. Lütfen yardım edim!

İki arkadaşın başına toplanan insanlar hemen ambulansı ardılar.

Saatler sonra hastanede bekleyen Mehmet’in yanına gelen hemşire.

Üzgünüm ama arkadaşını kaybettik. Başınız sağ olsun. Ona ulaşabileceğimiz bir yakını var mı?

Mehmet hemşireyi duyunca dizlerinin bağı çözüldü. Yere çöktü ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bayılmıştı, Hemşireler hemen Mehmet’i bir sedyeye yatırdılar. Yarım saat kadar sonra kendine geldiğinde Saliha Teyzeyi, annesini ve Halil’in annesini odada buldu. Halil’in annesi odanın bir köşesinde ağlamaktaydı. Saliha Teyze ve annesi de gözleri yaşlı bir şekilde başını okşuyordu.

Akşam olduğunda evdeydiler. Kimse konuşmuyordu. Annesi ve Saliha Teyzesi Mehmet’in bütün yaptıklarını öğrenmişti. Mehmet utancından başını kaldıramıyordu. Bugün bir arkadaşını kaybetmişti. Bütün bunlar yetmezmiş gibi birde Halil’in annesi ölümünden onu suçlu tutmuştu. Mehmet her ne kadar Halil’in kendi tercihi olduğunu söylediyse de kederli kadının bir kulağından giriyor, ötekinden çıkıyordu. Annesi olayları duyduğundan beri hiç konuşmamıştı. Şimdi oğlu oturmuş karşısında dururken tüm bu olanları onunla konuşmak istedi. Öfkeyle karışık bir hüzünle yerinden kalktı ve Mehmet’in karşısına geçti.

-Mehmet oğlum bütün bunlarda ney. Beni yaşarken mezara mı gömmeye çalışıyorsun sen. Uyuşturucu denen illete neden bulaştın. Üstüne üstlük bir de hırsızlık yapıyormuşsun. Sana ne diyeceğimi bilemiyorum.  Yazıklar olsun sana. Bütün bunlar aslında benim suçum. Ben hasta olmasaydım seni o serserilerin eline bırakmazdım.

Neriman üzüntüsünden ağlamaya başladı. Gözyaşları sel gibi akıyordu. Mehmet özür dilemeye çalıştı ama beceremedi. Kelimeler boğazında düğümleniyor, tek kelime dahi edemiyordu. Neyse ki Saliha Teyze yardıma geldi. Neriman’ı sakinleştirdi. Kadıncağız üzüntüden kendinden geçmişti. Mehmet bu ortamda daha fazla kalmak istemedi. Montunu alıp evden kaçtı.

İstanbul’un tenha sokaklarında yürümeye başladı. Hava soğuktu ama umurunda değildi soğuk, içindeki hüzün diğer duyularının önüne geçmişti. İki gündür ağzına tek lokma almadığı halde karnı aç değildi. Mehmet sadece geçmişe gitmeyi istiyordu. Eski güzel günlere… Annesinin hasta olmadığı günlere… Yaptıklarından pişmandı. Annesini ne kadar üzdüğünün farkındaydı. Annesini dünyadaki her şeyden çok severdi. Ama şu an ona karşı dünyadaki en kötü şeyi yapmıştı. Sadece annesini değil, Saliha Teyzeyi ve Halil’in annesini de üzmüştü. Arkadaşı Halil de yoktu artık yanında. Sonra bu durumu nasıl düzeltebileceğini düşünmeye başladı. Yolda yürürken birden ilan tabelalarından biri dikkatini çekti. Yanına yaklaştı ve okumaya başladı: YEŞİLAY HAFTASI 1-7 MART. SENDE BAĞIMLILIKTAN KURTULMAK İSTİYORSAN KATIL BİZE.

Yazıyı görünce sevindi başladı. Her gün bu sokaklardan geçtiği halde ilk defa fark etmişti. Bunu bir işaret saydı. Tabelada yazan adresin yolunu tuttu. Yarım saat kadar yürüdü. Karşısında Yeşilay Danışmanlık Merkezini görünce: Bu gün bu iş bitecek. Bu bağımlılıktan kurtulacağım. İyi bir insan olup anneme sahip çıkacağım dedi. Sonra koşar adımlarla binadan içeri girdi. Kendisini karşılayan yetkiliye derdini anlattı. Görevli onu hemen doktorlara yöneltti. Kendisini güler yüzle karşıladılar. Önce Mehmet’e bazı kan testleri yaptılar. Doktorlar tedaviye başlamak için herhangi bir engel olmadığını söyleyince. Mehmet’in annesine de haber verdiler. Neriman ilk duyduğunda sevinçten havalara uçmuştu. Hemen hastaneye gidip oğlunu tebrik etti. Doktorlarla konuştu. Doktorlar tam olarak bırakmak için altı yıl var dediler. Süreç uzun olsa da Neriman kabul etti. Zaten kendi tedavisi de bittiği için oğluyla daha fazla ilgilenme imkânı da vardı. Mehmet’in ve annesinin onayıyla tedaviye başlandı.

 

3 yıl sonra

 

Tedavisi bitmişti. Beklenenin aksine Mehmet herkesi şaşırtarak üç yılda iyileşmeyi başarmıştı Doktorlar kendisini tebrik etmişti. Çünkü böylesine uzun bir tedaviyi kısa sürede bitirmek oldukça azim, emek ve sabır gerektiriyordu. Hastanenin önünde kendisini bekleyen ailesini gördüğünde kendi kendine: Bitti be Mehmet. Bitti sonunda, kurtuldun bu meretten. Şimdi yepyeni bir hayatın olacak dedi. Annesinin yaşlı gözlerle kendisini kucakladığını fark etti birden. Daldığı anılar deryasından sıyrıldı hemen. Annesinin yanaklarından öptü defalarca. Tedavi olurken yarım bıraktığı okulunu tamamlayıp. Üniversite sınavlarına girmişti. Bir aydır sınavların açıklanmasını bekliyordu. Annesinin eline tutuşturduğu kâğıda bakınca gördüğü şey hayallerini süsleyen üniversiteyi kazandığını açıklayan yazıydı. Mehmet tüm zorlukların üstesinden gelmiş ve uyuşturucuyu yenmişti. Şimdi yeni bir hayat kurma zamanıydı. Başını gökyüzüne kaldırdı ve bağırabildiği kadar bağırdı: BAŞARDIIIIIIM!

 

MUHAMMED YASİN KAPLAN


Yorumlar

Blogda ki Popüler yazılar

Topuklu Ayakkabının İcadı

  Herkese selamlar arkadaşlar. Moda hakkında bir yazı okurken yazı içinde geçen topuklu ayakkabı kelimesi nedense bende merak uyandırdı. İçimde birden beliren topuklu ayakkabının nasıl ve neden icat edildiğini öğrenme arzusu beni çeşitli kaynaklardan bu konuyu araştırmaya sürükledi. Bende bu yaptığım araştırmadan edindiğim bilgileri sizinle paylaşmak istedim. Bu konu ile ilgili baktığım çoğu kaynakta 16.yy’da Avrupa toplumunda insanların lavabo alışkanlıklarının olmadığını ve bu nedenle pisliklerini sokaklara atmalarının sonucunda yerlerdeki pisliklere basmak istemeyen insanların topuklu ayakkabıları icat ettiğini söyleniyor. Fakat ben bu fikre katılmıyorum çünkü bulduğum bir kaynak bana daha inandırıcı geldi. Ama ilk önce ilk önce ayakkabının icadından başlayalım. İLK AYAKKABI NEREDE İCAT EDİLDİ? Resmi kayıtlara göre ilk ayakkabı MÖ.2000 yılında Mısırda icat edilmiştir. Kâğıt yapımında kullanılan papirüsle yapılan bu ilk ayakkabı daha sonra farklı uygarlıklar tarafından deriyl

Zehra Romanı Özet ve Yorumu

 Herkese merhabalar arkadaşlar. Bu gün sizlere okumayı yeni bitirdiğim bir romanın özetini anlatacağım. Okuduğum romanın adı “Zehra”. Dilerseniz ilk önce kitabın künyesinden, daha sonra özet ve yorumundan bahsediyor olacağım. Kitabın Künyesi Kitap Adı : Zehra Basım Yılı: 1896 Yazarı: Nâbizâde Nâzım Türü: Roman Kitabın Özeti İstanbul’da ticaretle uğraşan Şevket Efendi adında zengin bir tüccar vardır. Bu şevket efendinin çok güzel ancak kıskanç bir kızı vardır. Adı Zehra olan bu kızın kıskançlığı öyle bir seviyeye gelmiş ki küçük kardeşini öldürmeye yönelik birkaç teşebbüste dahi bulunmuş. Kızın babası her ne kadar durumdan şikâyetçi olsa da elinden bir şey gelmediğinden “büyüyünce geçer “diyerek kendini teselli edermiş. Bir gün şevket Efendi’nin evine kâtibi Suphi Bey gelir. Suphi Bey evde çalışırken bir mola vakti odadan ayrılarak evde dolaşmaya başlar. Tam da o sırada avluda bulunan Zehra’yı görür. Ona âşık olur ancak ne kıza ne de babasına söyleyemez. Suphi de bir

Tarihi Sevdiren Adam

  Herkese merhabalar arkadaşlar bugün yazımda sizlere bir yazarı anlatmak istiyorum. Onun hayatını anlatmayacağım ama. Çünkü o hayatını yaşayıp ebedi dergâha doğru yol aldı. Ancak yaşarken yazdığı kitaplarla birçok çocuğun hayatına yön vermesine, kitap okumayı sevmesine vesile oldu. O, ben dâhil binlerce çocuğa “Tarihi sevdiren adam” . Yavuz Bahadıroğlu. Birkaç ay önce annem sabah uyandığımda yatağıma gelip vefat haberini verdiğinde daha önce (çok şükür)hiçbir yakınını kaybetmemiş olan ben; sanki babamı, abimi, bir dostumu kaybetmiş kadar üzülmüştüm. Bu satırları yazarken tekrar tekrar aklıma geliyor, ancak onun ölmediğini bildiğim için gönlüm rahat. Çünkü Sunguroğlu hâlen yanı başımda ve onu her okuyuşumda tekrardan beraber maceralardan maceralara koşturuyor. Kimi zaman düşman paralıyor, kimi zamansa bir kimsesize yardım ediyoruz.   Bir yazar olmanın en güzel yanı da budur işte. Hiç ölmemek. Bu yüzden her zaman bir yazar olmak isterdim. Hâlâ istiyorum. Umarım bir gün roman yazm