Ana içeriğe atla

Büyük Seyyah Evliya Çelebi ve Seyahatnamesi

 

Merhaba arkadaşlar bugün sizlere ünlü Türk Seyyahı Evliya Çelebi’den ve onun meşhur seyahatnamesinden bahsetmek istiyorum.


 İlkin hayatı ile ilgili birkaç bilgi vereyim. Evliya Çelebi 25 Mart 1611 yılında İstanbul’da doğmuş. Ancak ailesi Kütahya’dan gelmişler. Babası ve dedesi önemli devlet adamlarıymış. Bu nedenle onun iyi bir eğitim almasını sağlamışlar. Gençlik dönemlerinde IV. Murad'ın iradesiyle saraya alınmış ve çeşitli görevlerde bulunmuş. Kendisi çok becerikli ve kıvrak zekâ sahibi olduğu için sarayda hızla yükselmiş. Daha sonra seyahat etmeye başlamış. Neredeyse tüm İmparatorluk sınırlarını gezmiş. 70 yaşındayken vefat etmiş.

Şimdi Evliya Çelebi’nin bu gezme sevdasından biraz bahsedeyim. Kendisi küçük yaşlardan beri hareketli bir yapıya sahipmiş. Yeni yerler keşfetmeyi benim gibi çok severmiş.

Ancak onun bu uzun seyahate çıkmasını tetikleyen temel unsur gördüğü bir rüya olmuş. Size rüyayı Wikipedia’daki halini aynen kopya edeyim:  gördüğü rüya şöyledir: Rüyasında İstanbul'da Ahi Çelebi Camii'ndedir. Orada muazzam bir cemaat vardır. Dikkat eder, Hz. Muhammed'i baş tarafta görür. Dört halifesi ve diğer ashabı da oradadır. Peygamber Muhammed'in yanına gidip ondan şefaat dilemek ister. Ama bir türlü cesaret edip de gidemez. En sonunda bir cesaretle gidip "Şefaat ya Resulullah" diyeceğine, "Seyahat ya Resulullah" der. Böylece, ölümüne kadar sürecek seyahatleri başlar.


Büyük Seyyah önce kendi yaşadığı şehri gezer.  İstanbul'un her köşesine gider .Sıra diğer şehirleri gezmeye gelmiştir. İlk seyahatini ailesinden gizli yapar ve Bursa’ya gider. 35 günlük bir tatilin ardından şehre geldiğinde babasının kendisine kızacağını düşünür ancak babası oğlunun bu seyahat aşkını far edip seyahat etmesine izin verir. Babadan da izni kapan Evliya Çelebi’yi artık kimse durduramaz. 


Bir sonraki rotası İzmit’tir. Bu seyahatten sonra artık yurt dışına çıkmak ister ve çeşitli vezirler ve devlet yöneticileriyle beraber seyahatlere çıkar. Onların himayesinde olduğu için seyahat ücretlerini dert etmeden rahat rahat her yere gider. Gittiği yerlerde başına türlü türlü maceralar, tehlikeli olaylar gelir. Hepsinden kıvrak zekâsıyla sıyrılmayı başarır. Bu seyahatlerden edindiği tecrübeleri, gezdiği şehirleri, tanıştığı insanları bizlere meşhur “Seyahatname ’sinde” anlatır. Bu eser 10 ciltten oluşmaktadır. Osmanlı imparatorluğunu her yönüyle anlatır. Yazarının son derece renkli ve sıra dışı kişiliği nedeniyle eser hem Türk hem Dünya edebiyatlarının bir klasiğidir. Ancak eser yıllar sonra inceleme yapan bilim adamlarına oldukça zor zamanlar yaşatır. Çünkü eserde kullanılan dil çok karmaşık bir yapıda. Evliya Çelebi gördüğü fakat dilimizde bulunmayan bazı kelimeleri kendi yaratmış, tanık olduğu olayları kendi algılayışına göre değiştirip biçim veren bir yazar. Bu yüzden önce onun dilini çözmemiz, kişilik özellikleriyle tanışmamız ve düşünce yapısını öğrenmemiz gerekiyor.

Evet, arkadaşlar bir yazımızın daha sonuna geldik. Kendinize iyi bakın.

Kaynak:https://tr.wikipedia.org/wiki/Evliya_%C3%87elebi

Yorumlar

Blogda ki Popüler yazılar

Topuklu Ayakkabının İcadı

  Herkese selamlar arkadaşlar. Moda hakkında bir yazı okurken yazı içinde geçen topuklu ayakkabı kelimesi nedense bende merak uyandırdı. İçimde birden beliren topuklu ayakkabının nasıl ve neden icat edildiğini öğrenme arzusu beni çeşitli kaynaklardan bu konuyu araştırmaya sürükledi. Bende bu yaptığım araştırmadan edindiğim bilgileri sizinle paylaşmak istedim. Bu konu ile ilgili baktığım çoğu kaynakta 16.yy’da Avrupa toplumunda insanların lavabo alışkanlıklarının olmadığını ve bu nedenle pisliklerini sokaklara atmalarının sonucunda yerlerdeki pisliklere basmak istemeyen insanların topuklu ayakkabıları icat ettiğini söyleniyor. Fakat ben bu fikre katılmıyorum çünkü bulduğum bir kaynak bana daha inandırıcı geldi. Ama ilk önce ilk önce ayakkabının icadından başlayalım. İLK AYAKKABI NEREDE İCAT EDİLDİ? Resmi kayıtlara göre ilk ayakkabı MÖ.2000 yılında Mısırda icat edilmiştir. Kâğıt yapımında kullanılan papirüsle yapılan bu ilk ayakkabı daha sonra farklı uygarlıklar tarafından deriyl

Tarihi Sevdiren Adam

  Herkese merhabalar arkadaşlar bugün yazımda sizlere bir yazarı anlatmak istiyorum. Onun hayatını anlatmayacağım ama. Çünkü o hayatını yaşayıp ebedi dergâha doğru yol aldı. Ancak yaşarken yazdığı kitaplarla birçok çocuğun hayatına yön vermesine, kitap okumayı sevmesine vesile oldu. O, ben dâhil binlerce çocuğa “Tarihi sevdiren adam” . Yavuz Bahadıroğlu. Birkaç ay önce annem sabah uyandığımda yatağıma gelip vefat haberini verdiğinde daha önce (çok şükür)hiçbir yakınını kaybetmemiş olan ben; sanki babamı, abimi, bir dostumu kaybetmiş kadar üzülmüştüm. Bu satırları yazarken tekrar tekrar aklıma geliyor, ancak onun ölmediğini bildiğim için gönlüm rahat. Çünkü Sunguroğlu hâlen yanı başımda ve onu her okuyuşumda tekrardan beraber maceralardan maceralara koşturuyor. Kimi zaman düşman paralıyor, kimi zamansa bir kimsesize yardım ediyoruz.   Bir yazar olmanın en güzel yanı da budur işte. Hiç ölmemek. Bu yüzden her zaman bir yazar olmak isterdim. Hâlâ istiyorum. Umarım bir gün roman yazm

Zehra Romanı Özet ve Yorumu

 Herkese merhabalar arkadaşlar. Bu gün sizlere okumayı yeni bitirdiğim bir romanın özetini anlatacağım. Okuduğum romanın adı “Zehra”. Dilerseniz ilk önce kitabın künyesinden, daha sonra özet ve yorumundan bahsediyor olacağım. Kitabın Künyesi Kitap Adı : Zehra Basım Yılı: 1896 Yazarı: Nâbizâde Nâzım Türü: Roman Kitabın Özeti İstanbul’da ticaretle uğraşan Şevket Efendi adında zengin bir tüccar vardır. Bu şevket efendinin çok güzel ancak kıskanç bir kızı vardır. Adı Zehra olan bu kızın kıskançlığı öyle bir seviyeye gelmiş ki küçük kardeşini öldürmeye yönelik birkaç teşebbüste dahi bulunmuş. Kızın babası her ne kadar durumdan şikâyetçi olsa da elinden bir şey gelmediğinden “büyüyünce geçer “diyerek kendini teselli edermiş. Bir gün şevket Efendi’nin evine kâtibi Suphi Bey gelir. Suphi Bey evde çalışırken bir mola vakti odadan ayrılarak evde dolaşmaya başlar. Tam da o sırada avluda bulunan Zehra’yı görür. Ona âşık olur ancak ne kıza ne de babasına söyleyemez. Suphi de bir